Sayfalar

9 Ocak 2014 Perşembe

     Eski Toplumlardan Günümüze Rüya ve Mahiyeti

İnsanoğlu, tarih boyunca rüyayı ve rüyanın mahiyetini merak etmiş; onu yorumlamaya ve anlamaya çalışmıştır. İnsanların bu merakı, edebî ürünlere de sirayet etmiştir.İnsanlık tarihi boyunca bütün dünyada pek çok bilinmeyenin anahtarı, insanın ve gelece inin habercisi olarak zaman zaman korkulan, zaman zaman hayranlık duyulan rüyalar, edebî eserlerin birçoğuna konu olmuş, bu eserlere farklı akisler meydana getirmiştir.[1]
Rüya; sözlükte düş anlamında olup mecazi anlamdaysa gerçekleşmesi imkansız durum, hayal gibi anlamlarda ve gerçekleşmesi istenen ve çok güzel olan anlamlarında kullanılır.[2] Diğer bir tanımla rüya; nefis, duyuyu bırakıp düşünceye yöneldiği için düşünceye konu olan her şeklin tasarlama gücü sayesinde benlikteki izlenimidir.[3]
Rüya; Arapça “re’y: görme, görü ” mastarından türemi bir kelimedir. Sözlükte “düş”; “uyku sırasında görülen şey” gibi anlamlara gelir. Genel olarak rüya; insanın, uyku sırasında zihninde canlanan hayallerdir. Eskiler rüyayı ikiye ayırırlardı: 1.si rüyâ-yı kâzibe (gerçekleşmeyen yalancı rüya); ikincisi ise rüyâ-yı sâdık (gerçekle en rüya).[1]
Rüya, fizik yasalarının dışında canlı, hareketli ses ve şekillerin karışımıdır. Bu ses ve şekiller, hafızadan irade dışı bir uyarıcı etkisiyle şuura dökülmeye baslar. Dolayısıyla rüya, hafızadaki sekil ve sesleri harekete geçiren bu uyandırıcı organizmanın herhangi bir noktasındaki biyolojik değişikliktir. Rüya tecrübesi, biyolojik özellikler içermesinin yanında şuur ile olan ilgisi nedeniyle ruhsal kaynaklı bir tecrübedir. Rüyanın insanın psikolojik dengesinin devamlılığı açısından gerekli olduğunu deneysel psikolojideki rüya mahrumiyetiyle ilgili yapılan çalışmalarla açıkça anlaşılmaktadır. Rüyalar, uykunun devamını sağlamakta dolayısıyla dinlenmemize yardım etmekte, hem de insanoğlunun bilinçaltında var olan çoğu zaman kendisinin bile fark edemediği düşüncelere ayna tutmaktadır. Bunların dışında rüyaların fiziksel âlemle, metafiziksel âlem arasında bir araç olduğuna da inanılmıştır.[4]
Rüya, uykuda görülen şeylerdir. Uykuysa; insan hayatının ortalama üçte birini kapsar. Uyku, biyolojik bir ihtiyaçtır. Genel olarak uykusuz kalan kişide üçüncü günden sonra davranış bozuklukları görülür. Uykuyla ilgili net bilimsel bulgular tam olarak elde edilememiş, ancak önemli neticelere ulaşılmıştır. Yatınca beden daha sonra da zihin gevşer ve biz uyuruz. Uyuyunca kalp atışları ve nefes yavaşlar kan basıncı ve vücut ısısı düşer. Yüzyıllar boyu uykunun tek amacının fiziksel olarak vücudu dinlendirmek olduğu varsayılmıştır. Simdiyse, yapılan araştırmalara göre; uykunun fiziksel ihtiyaçtan ziyade ruhsal dinlenmeye yönelik olduğu kabul edilmektedir.[5] Araştırmalar rüyanın uykuyu koruduğu ve sağlıklı hale getirdiğini ortaya çıkarmıştır.[6][4]
19. yüzyıldan itibaren rüyaların yorumunda psikolojik bakış açısı benimsendi. Görülen rüyaların açıklanmasıyla ilgili “şuuraltı” kavramı ilk defa bu yüzyılın başında kullanıldı. Rüya hakkında doğuda ve batıda yüzyıllarca süren araştırmaların vardığı sonucu bir cümlede toplamak mümkündür: "Düş, bir sırrın açığa vurulması; fakat eksik terimlerle açığa vurulmasıdır." Sigmund Frueud, rüyalar üstünde yaptığı araştırmalarını bu fikre dayandırır ve rüyayla istekler arasında bağ kurar: "Ya bilinçsiz içe tıkma pek güçlü olur ve gerçeğe bağlı bilinci ezer ya da pek çetin, dayanılmaz bir gerçek önünde tehdit edilen "ben" , bilinçsiz dürtünün kollarında isyanla ileri atılır. Düşün zararsız psikozu, dış dünyadan bilinçle istenmiş anlık bir vazgeçiştir”. Bu cümlelerden de anlaşılacağı üzere, ferdin rüyalarında dış dünyanın büyük payı vardır. Rüya, bir isteğin gerçekleşmesi ya da gerçekleştirilme teşebbüsüdür. [7]
Freud'a göre içsel yaşantılar bilinçlilik bakımından birbirinden farklı 3 düzeyde bulunurlar. Bunlardan tam bilinç düzeyinde kişi, anılar, düşünceler, duygular gibi içsel yaşantılarının farkındadır. Bilinç tam olarak aydınlıktır. ikinci düzey bilinç öncesidir. Burası bilince yakın olan anıların, arzuların bir deposu gibidir. Kişi bunların farkında değildir fakat istediği anda bilinç alanına çıkarabilir. 3. düzey ise bilinçaltıdır. Burada kişinin istediği zaman bilinç alanına çıkaramadığı, varlıklarından bile haberdar olmadığı duyguları, düşünceleri, anılan, dürtüleri bulunur. Bilinçaltında bulunan bu düşünceler yok olmazlar. Kişiyi rahatsız eder, davranışlarım şu ya da bu şekilde etkilerler. Bilinçaltı düşünceleri rüya ve hayallerde ortaya çıkar.[8]
Animizme göre yazı öncesi insan, rüyasında gördüklerini, yaptıklarını, gezdiği yerleri gibi. gerçekten görmüş, yapmış ya da gezmiş olduğuna inanır. Bu inanış, bedenden çıkıp kendince dolaşabilen bir can/ruh düşüncesini doğurmuştur. Sürekli bir mücadele içerisinde bulunan, -bu mücadele insanın tabiatla, insanın insanla olan mücadelesidir- her an yaralanmaya, hatta öldürülmeye maruz kalabilecek insanın canını/ruhunu bedeninin dışında bir yerde varsaymasını doğurmuştur. Çünkü, beden her an tehlikeye uğrayabilir. Oysa can bedenden ayrı, güvenli bir yerde olursa, zarar uğrama tehlikesi de ortadan kalkacak, dolayısıyla beden de güvenlikte olacaktır. Diğer yandan eğer can bir zarara uğrarsa, beden ya hastalanacak ya da ölecektir.[9]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder